VAMPİRLER VE CEHALET ÇAĞI
Vampir efsanesi her zaman doğal bir fenomen olarak açıklanmıştır, diğer
bir şekilde bu durum ilkel ve ilmi bilgiden yoksun insanlara açıklanamazdı.
Belki de en hayret verici inanç Orta Çağ Avrupası’nda bir çok insanın
ölümüne sebebiyet veren “Black Death”(Kara Ölüm) denilen hastalığın
aslında vampirlerin işi olduğuna inanılmasıdır.
“Black Death” bildiğimiz kadarıyla pireler ve farelerden yayılan bir çeşit
vebaydı ve 1300’lü yıllarda Avrupa nüfusunun neredeyse 1/3’ünün ölmesine
neden olmuştu.O zamanın insanları nasıl olduysa bu ölümlerden bir çoğunu
vampirlerin yaptığı fikrinde birleşiyorlardı. Belki de vebanın
vampirlerden yayıldığını düşünmüş olabilirler. Bazı durumlarda ise
ölen bir akrabanın geri dönüp bir kurban aldığına inanılırdı (aslında
vebadan ölen bir kurban). Bir diğer şekilde ölü bir düşmanın vampire dönüşmüş
halde geri dönüp birilerini öldürebileceğine de inanılırdı. Bu yüzden
bir çok mezar kazılmış ve vampir olduğundan şüphelenilen insanların vücutları
tekrar öldürülmek üzere çıkarılmıştır.
Vampirlerin mezarlarını belirlemek için bir takım ahmakça metotlar kullanılıyordu.
Örneğin
bir bakire atın üzerine çıplak yerleştirilip, mezarlığın içinden geçirildiğinde
eğer at belirli bir gömüt üzerinden yürümek istemezse bu yerin bir
vampirin mezarı olduğu varsayılırdı ve ölü mezardan değişik şekillerde
öldürülmek üzere çıkarılırdı.
Ölüler kimi zaman yüzleri güneye bakacak şekilde gömülürlerdi. Eğer
ölü bir vampire dönüşmüşse mezarın yeri ölünün kaçma girişime
tedbir olarak daha derin kazılır ve dış yüzey ters olacak şekilde yerleştirilirdi.
Tahta
kazıklar bazen mezarın üzerine dikilirdi .Böylelikle eğer vücut mezardan
kalkmaya yeltenirse kendini kazığa saplamış olurdu. Kalpten saplanması
umut edilirdi.
Cesetler bazen ölümden geri dönüşlerini zorlaştırmak için halıyla
yada bir takım kumaşlarla sarmalanırdı bazen de kolları ya da bacakları
halatla bağlanırdı. Ölünün dönüşünü önlemek için genellikle mezarın
üzerine büyük kayalar yerleştirilirdi (Bu belki de mezar taşı yapımcılığının
başlangıcı olabilir mi?!) ve şunu eklemek gerekir ki bir takım insanlar
vampirlerin ölümden sonra da yaşayan bir çeşit hayalet olduklarını düşünüyorlardı.
O
zaman bir hayaleti mezarında tutmak için taşa mühürlemekten daha iyi bir
yol olabilir miydi?!
Cahil insanlar vampir saldırılarının önüne geçmek ve bunları
engellemek için de yine aynı şekilde batıl inançları izlediler.
Bunlardan çoğunlukla en çok bilinen iki tanesi vampirleri korkutup kaçırmak
için kullanılan bitkiler, “wolfsbane” (kurtboğan) ve tabii ki sarımsaktı.
Ortaçağ boyunca insanlar, ölünün korkunç kokusunun – özellikle veba salgını
süresince – ölüm nedeniyle bağlantılı olduğu teorisine inanıyorlardı.
Ve
bu ölümler bir şekilde vampirlerle ilişkilendiriliyordu. Muhtemelen ölüm
kokusuna karşı, etkisini gidermek için sarımsağın güçlü kokusu kullanılıyordu.
Bunun dışında sarımsak eski Romalılarda dahil olmak üzere çağlar boyu
ilaç tedavisinde kullanılan bir bitki olmuştur. Çok ciddi olmasa da modern
bilim bile sarımsağın bazı durumlarda insan sağlığında önemli yeri
olduğuna inanmaktadır.
İnsanlar vampirlere dair inançlarını meraklı bir şekilde geliştirmişlerdir.
Bazıları siyah bir kedi ya da köpeğin herhangi bir cesedin üzerinden
atlamasını, ölünün vampire dönüşebileceği şeklinde yorumlarlardı.
Bukovinian bilgilerine göre kül ağacından yapılmış bir kazık intihar
ederek ölenlerin göğsünün arasından çakılmalıdır çünkü intihar
etmenin vampirizmin nedenlerinden biri olduğu varsayılırdı. Eski İngiltere’yi
de kapsayan bazı kültürlerde intihar edenlerin vampire dönüşmelerine
engel olmak için, dört yolun kesiştiği yerlere (yolların haç işaretini
oluşturması nedeniyle) gömülürlerdi.
Bunun dışında vampir olduğundan şüphelenilen ölülerin kafaları, balta
ile kesilirdi. Bazen de cesetler su göletlerine atılmış yada yakılmıştır.
Bu inançların temelinde halkın genel cehaleti yatıyordu ama vampir
efsanesinin en büyük trajedisi vampir söylencesine olan inancın, iyi yada
kötü din kuruluşunu etkilemesiyle gerçekleşmiştir.
Orta çağ Avrupası’nda kilise, vampirlerin varlığını onaylamış ve
bir inanca bağlı olmayan mitlerden alıp vampir kavramını şeytanın yaratıklarından
biri olduğu yönünde değiştirmiştir. Vampir açıkça kötülüğün ve
dinsizliğin bir parçası olsa bile, ölümden sonra hayat, bedenin dirilişi,
maddesel değişim (ekmekle şarabın İsa peygamberin etiyle kanına dönüşmesi)
gibi Hıristiyanlık öğretilerini destekleyen bir inanılabilirliğe
sahipti. Ekmek ve şarap kavramı İsa’nın son yemeğine dair genel bir
kavramdır ve Hıristiyanlar arasında İsa’nın kanı ve bedeninin paylaşımının
bir simgesidir. Bu inancı benimsemiş ve İsa’nın kanını içen insanlar,
kendi kanlarını içen şeytanlara yani vampirlere karşı daha güçlü
olurlardı.
Tanrı bilimci olan Leo Allatius’un 200 yıl sonra bulunan yazıları,
kilisenin hala vampirlere karşı olan inancını sürdürdüğünün bir kanıtıdır.
Allatius kilisenin öğrencisi olarak Yunanlılardaki vampir kavramı üzerinde
çalıştı. 1645’te yaptığı “On The Current Opinions Of Certain Greeks”
isimli çalışmasında vampirlerin sık sık aforozun sonucu olduğu kararına
vardı. Vücudun çürümemesi ve bedenin maddesel olarak dünyayı terk
edemediği görüşü Yunanlılarda vampirizmin ispatıydı. Şişmiş bir vücut
da aynı şekilde olası vampirizmin bir kanıtıydı. Bazı vücutlar yeteri
kadar hızlı bir şekilde çürümeyebiliyordu.Bu da aslında toprağın
kimyasal tipiyle ya da soğuk hava derecesiyle bağlantılıydı. Bedensel şişkinlik
ise tümüyle ölünün doğal olarak ürettiği gazların bir sonucuydu. Birçok
insan haksız yere vampir olmakla suçlandı. Bedenin çürümemesinin bir
eksiklik olarak nitelendirilmesine karşın bu durum aynı zamanda kutsallığın
ve azizliğin işaretiydi. Aralarındaki fark ise vampir olarak varsayılan
bedenin tam anlamıyla bozulmamış olsa da garip, soluk ve şişkin bir şekle
dönüşmesiydi .Oysa azizin kutsal bedeni neredeyse mükemmel, el değmemiş
ve sanki hala yaşıyor izlenimi verirdi. Ayrıca vampirler çürümenin olmadığı
süre içinde bile kutsanmış bedenlerin aksine kötü kokarlardı, sarımsağında
bu kokunun üstesinden gelmek için kullanıldığını hatırlatmakta fayda
var.
10. yy’da Bremen’in başpiskoposun St. Libertius’un da buna benzer bir
yetkisi vardı. Ona göre; bazı korsanları aforoz etmek için; iddiaya göre
içlerinden birinin vücudunun yıllar sonra bile hala bozulmamış olduğunun
tespit edilmesi gerekmekteydi. Görünüşe göre bedenin küllere dönüşmeden
önce, günahları için piskopos tarafından bir bağışlanma isteğine inanılıyordu.
Bu nedenle rahip, olası vampirleri aforoz etmek ya da bu kararı bozma gücüne
sahipti.
Leo Allatius belki de, vampirlerin şeytanın hizmetinde olan ve geceleri av
peşinde koşan yaratıklar olduğunu resmen ilan eden ilk bilgindir.
Kilisenin vampirler üzerindeki gücünün kanıtlarının (vampirleri
korkutmak için kullanılan kutsal haç vb.) hepsi en azından Ortaçağ İngiltere’sinde
belgelenmiştir. Newburgh’lu William adı verilen yazar M.S. 12. yy’da ölen
bir adamı ele almıştır. Söylendiğine göre bu adam karısına eziyet
etmek için ölümden geri dönmüştür. Bu olayın yerel halk ve rahip üzerinde
oluşturduğu dehşet nedeniyle bölgenin piskoposu, ölenin geçmişte işlediği
tüm günahları affetmiştir. Mezar açılmış ve gerçek yazılı bağışlama,
“vampir”in vücudu üzerine yerleştirilmiştir. İnsanlar cesedin vücudunun
çürümeye dair hiçbir iz taşımaması ve oldukça iyi bir durumda olması
nedeniyle şaşırmışlardı – ya da tam tersi - ama neyse ki yazılı bağışlama
herkesin iyiliği için bir kez daha mezarın içine yerleştirilir, bu şekilde
vampir bir daha kimseyi ziyaret edemeyecektir!
1700’lü yılların başlarında Paris’teki Sorbonne Üniversitesi,
toplumsal uygulamalardan biri olan, ölünün vampire dönüşmesini
engellemek için bedenin biçiminin değişmesi fikrine resmi olarak karşı
çıkmıştır. Bunun ardından Sarbonne Üniversitesi belirgin bir şekilde
temelinde mantıksız batıl inançların yattığı bir uygulama olan, vampir
olduğu varsayılan cesetlerin şeklinin değiştirilmesi fikrine karşı
koyarak radikal bir pozisyon almış oldu. Bunun dışında vampirlere inanış
hakkında akıllı eleştiriler de yapılmıştır. Örneğin Fransız rahip
olan Dom Augustine Calmet 1746’da “A
Treatise On Apparations Spirits And Vampires a.k.a The Phantom World” –
Hayaletler ,Ruhlar Ve Vampirler hakkında bilimsel bir kitap – Hayali
Dünya – adında vampirlerin varlığını sorgulayacak kadar cesur bir
kitap yazmıştır. Calmet o günlerde kol gezen, vampirler hakkındaki tüm söylencelere
meydan okuyarak bir inancı benimseyebilmesi için ilk önce kanıta ihtiyacı
olduğunu belirtmiştir. Calmet özellikle vampirlerin ölümden geri dönme
gibi insanüstü işler yapabilmeleri konusuna şüpheyle bakmıştır. Bunun
yanı sıra Avrupa’nın her tarafında, varsayılan vampir salgınının gerçekte
neye dayandığı hakkında analiz ve kritikler yapmıştır.
Sonuç olarak cehalet çağları ve buna bağlı batıl inançlar, bilimsel
metotların kullanıldığı akıl ve aydınlanma çağına yol vermiştir. Tıp
bilimi “Black Death” gibi vebaların şeytan ve metafiziksel vampirler
tarafından yayılmadığını kanıtlamaya muktedir olmuştur.
|
Marie Laveau
|
Romantik Şeytan
New Orleans’lı 19. yy’ın ünlü Voodoo kraliçesi Marie Laveau bir
keresinde kendisinin vampir olduğunu söylemişti, değildi ama 1800’lerin
sonunda, New Orleans’ta tanınmış yazar Lafcadio Hearn Laveau’nun vampir
olduğunu düşüncesine katılmıştı. — en azından böyle tahmin
ediyordu.
Muhtemelen Hearn bir zamanlar yaşamış olan Laveau ‘un kızıyla konuşuyordu
ve kızının ismi de Marie’ydi. Hem sonra Bay Hearn bir romantikti
.Yunanistan’da doğmuş ve aşina olduğu Voodoo topluluğunun bulunduğu
New Orleans’da gazeteci yazar olarak ün yapmıştı. Daha sonra egzotik
Japonya’ya gidip evlenerek oraya yerleşmişti. Lafcadio Hearn emin olmak için
vahşi tarafta yürüdü ama Marie Laveau hakkında ileri sürdüğü iddia
tamamen inanılmaz değildi.
19. yy. New Orleans büyücülüğünde horoz kanının çıkarılıp içildiği
söylenmiş ve aslı olmayan vahşi hikayelerle, büyü dinine inananların,
çocukları kazanlar içinde pişirip yedikleri söylentisi yayılmıştır.
Bunlar
gerçek olmamasına rağmen bazı insanlar “Black Death” ve benzeri
vebaların vampirler tarafından yayıldıklarına inandıkları gibi, büyücülük
hakkındaki bu söylencelere de inanmışlardır.
Kraliçe Viktorya döneminde vampirlerin, bilinçaltı şehvet dürtüsü,
uydurma Dracula yoluyla yüzleştirilmiş olmalı. Ama eski bilgiler,gece
ziyaretlerinin amaçları çok da belirsiz olmayan iki şeytandan bahseder.
Belki de onlar vampirler hakkındaki inançları desteklemişlerdir. Bu
romantik şeytanlar hem erkek hem de mitolojiye göre erkeklerin rüyasına
giren ve onlarla cinsel ilişki kuran dişi şeytanlardır. (incubus, succubus)
Kabusları, Freud’un bilinen ve modası geçmiş, korku ya da cinsel dürtülerin
bastırılması analiziyle bağdaştırarak açıklayabiliriz.Ama Ortaçağ’da
birinin yatak odasını ziyaret eden şeytan görüntüleri su götürmez şekilde
incubus (erkek), succubus (dişi) ifritlerin işleriydi. Bunlar insanlara uyku
sırasında saldıran yaratıklardı (bu aynı zamanda modern çağda
“uzaylıların
adam kaçırma “ inancının da ortaya çıkmasına neden olabilir mi?).
Bu, gece ortaya çıkan şeytanlar, kurbanlarını uyku esnasında geçici
olarak felç eder ve onların istemleri dışında kurbanlarıyla cinsel ilişkiye
girerlerdi. Bu romantik gece yaratıkları günümüzde, baskılardan,bunalımlardan
dolayı ortaya çıkan bastırılmış cinsel duygular ve din kurumu tarafından
aşılanmış suçluluk duygusunun sonucu olarak açıklanmıştır — Bu en
azından bir görüştür. Vampir efsanesi incubus ve succubus masallarından,
kurbanlarıyla ilişkiye girmek yerine kan içmeleri dışında çok da farklı
değildir. Bunun dışında gerçek bir Freudçu’nun davranış analiziyle,
bu olaylar hakkında söz alabileceği şüphe götürmez.
Bazıları dişi cinlerin (succubus) aslında çok parlak olduğunu ve istediğinde
kılık değiştirip bir kadın şekline bürünebildiğini, amaçlarının da
yeni küçük şeytanlar yavrulamak için bir erkekle çiftleşmek olduğunu söylerler.
***Alıntıdır.***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazan güzel ellerinize sağlık (:
ve Lütfen! Küfür içeren veyahut içeriğinde reklam olan yorumları yazmaktan sakınalım. Sormak istediğiniz sorular için bloğun sağ üst köşesinde bulunan İletişim kısmından her zaman mail atabilirsiniz. (: