"BEN BÖYLEYİM"
Serinin ikinci kitabı ile yolumuza devam ediyoruzz :) Aslında en merak ettiğim kahraman idi kendisi ve ona yakışmış bence :) Serinin üçüncü kitabı olan Sevgim Sana Ait'i önce bu kitabı sonra basan yayınevi hezimetine değinemden diyeceğim ki o ki :) Okuyun efendim Wallflower Serisinin 2. Kitabını okuyun :)
( Birinci kitap olan "O Yaz"ın tanıtımı blogda yapılmıştır. İlgilenen arkadaşalara duyurulur.)
Her Şey Bir Baloda Başlar
Genç ve güzel Lillian Bowman, özgür Amerikalı tarzının pek de ‘uygun’
olmadığını çabuk öğrenir. Onu en çok tenkit eden de Londra’nın en seçkin
aristokratlarından, kendini beğenmiş ve çekilmez l.ord Westeliff, yani
Marcus’tan başkası değildir.
Rastlantılar Bahçede Devam Eder
Marcus şoke edici – ve elbette tehlikeli şekilde – onu kollarının
arasına alır. Lillian hiç hoşlanmadığı bir adama karşı duyduğu tutkuya
yenik düşer, zaman durur; sanki onlardan başka kimse yok gibidir… Neyse
ki kimseciklere yakalanmazlar!
Ve Aşk Bir Sonbaharda Gelir
Marcus duygularına her zaman hükmetmeyi başarmış bir adamdır ve bu
konuda bir kaya kadar serttir. Fakat Lillian ile birlikteyken her
dokunuş işkenceye ve her öpücük de bir baştan çıkarışa dönüşür. Ancak
kendisine besbelli uygun olmayan bu kadını, nasıl eş olarak alacaktır?
“Gerçekten yetenekli bir öykücü.”
Publishers Weekly
***
Kitabı okumadan almam diyenlere azcık okuyun diye kısa bir bölüm buyrunuz efendim :) Sevgilerle,
GİRİŞ
Londra 1843
İki genç bayan parfümerinin eşiğinde duruyor, biri diğerinin kolunu
sabırsızca çekiştiriyordu. Küçük olanı düzgün Amerikan aksanıyla,
“İçeriye girmek zorunda mıyız?” diye söylenirken onu loş ışıklı mağazaya
çekiştirmesine karşı koymaya çalışıyordu. “Bu tarz yerlerde olmaktan
hoşlanmıyorum Lillian. Orada öylece durup saatlerce o şeyleri kokluyorsun- ”
“O zaman hizmetçiyle birlikte faytonda bekle.”
“Bu daha da sıkıcı! Ayrıca, tek başına hiçbir yere gitmene izin veremem. Ben olmayınca başını derde sokarsın.”
Mağazaya girdikleri sırada uzun boylu olan kız, bir leydiye
yakışmayan bir tavırla kahkaha attı. “Beni dertten uzakta tutmak
istemezsin Daisy. Başımı derde soksam bile sen dışında durmak
istemezsin.”
“Maalesef bir parfümeride macera yoktur,” diyerek aksice cevapladı Daisy
Bu cümleye karşılık tatlı bir kıkırdama yükseldi ve iki genç kız,
meşe tezgâhın arkasındaki gözlüklü yaşlı adama bakmak için başlarını
çevirdi. Onlar yaklaşırken adam gülümseyerek, “Gerçekten bundan emin
misiniz bayan?’ diye sordu. “Parfümün sihirli olduğuna inanan bazı
kişiler var. Bir parfümün kokusu onun en saf esansıdır. Bazı kokular
geçmişteki bir aşkın, en tatlı hatıraların hayaletlerini
canlandırabilir.”
“Hayaletlerini mi?” diye tekrarladı Daisy merakla.
Diğer kız sabırsızca araya girdi. “Tam anlamıyla bunu demek istemedi
canım. Parfüm bir hayaleti çağırmaz ve sihirli falan da değildir. Sadece
burnundaki koku alma sinirlerini harekete geçiren koku zerreciklerinin
karışımıdır.”
Yaşlı adam yani Bay Phineas Nettle, büyük bir ilgiyle kızlara
bakıyordu. İkisinin de öyle göze batan bir güzellikleri yoktu ancak
ikisi de açık tenleri, siyah saçları ve Amerikan kızlarına özgü düzgün
yüz hatlarıyla dikkat çekiciydi. Onları, “Lütfen,” diyerek duvarda
bulunan rafları gösterdi, “ürünlerime yakından bakın. Bayan…”
İçlerinden büyük olanı, “Bowman,” dedi memnuniyetle, “Lillian ve
Daisy Bowman.” Genç kız, bir şeyler alan pahalı kıyafetli sarışın bayana
göz attı ve yaşlı adamın şu an onlarla ilgilenemeyeceğini anladı.
Kararsız müşteri, Nettle’ın onun için getirdiği parfüm dizilerine
bakarken Amerikalı kızlar ise parfüm, kolonya, briyantin, ağdalar,
kremler, sabunlar ve bakım için diğer ürünlerin bulunduğu raflara göz
atıyorlardı. Mantar tıpalı kristal şişelerde banyo yağları, bitki özleri
ve nefesi tazelemek için küçük kutularda menekşe pastilleri vardı. Alt
raflarda kokulu mumlar, mürekkepler, karanfil kokulu keseler, losyon ve
merhem kavanozları bulunuyordu. Nettle, daha genç olan Daisy’nin
ürünleri daha az bir merakla incelerken Lillian’ın saf kokular içeren
yağ ve esans raflarının önünde durduğunu fark etti. Gül, melisa,
yasemin, bergamot ve bunun gibi bitkilerin özleri şişelenip raflara
dizilmişti. Kehribar renginde şişeyi alan genç kız, dikkatlice kapağını
açıp fark edilebilir bir beğeniyle kokusunu içine çekti.
En sonunda sarışın bayan seçimini yapıp parfümünün ödemesini yaptı ve
mağazadan ayrıldı. Kapı kapanırken küçük zil neşeyle çaldığından,
Lillian giden kadına bakmak için başını çevirdi ve düşünceli bir tavırla
mırıldandı; “Beyaz tenli ve açık renk saçlı kadınların neden sürekli
amber koktuklarını merak ediyorum…”
“Amber parfümü mü demek istiyorsun?” diye sordu Daisy.
“Hayır… tenleri. Amber ve bazen de bal…”
Küçük kız şaşkınlıkla kahkaha atarak. ‘Tanrı aşkına neden
bahsediyorsun?” diye sordu. “İnsanlar banyo yapmaya ihtiyaç duyduğu
zamanlar dışında bir şey kokmazlar.”
Kızlar karşılıklı bir hayretle birbirlerine bakıyorlardı. “Evet
kokarlar,” dedi Lillian, “herkesin bir kokusu vardır. Sakın bana fark
etmediğini söyleme? Bazılarının tenleri acıbadem ya da menekşe gibi
kokarken bazıları da…”
“Bazıları da erik, palmiye ya da taze ot gibi kokar.” diye yorum yaptı Nettle.
Lillian tatminkâr bir gülümsemeyle ona baktı. “Kesinlikle!”
Nettle gözlüklerini çıkarıp dikkatle parlatırken zihni soru
işaretleriyle doluydu. Olabilir miydi? Bu kızın bir kişinin öz kokusunu
keşfetmesi mümkün müydü? Kendisi de ayırt edebiliyordu fakat bu ender
bulunan bir yetenekti ve böylesi bir maharete sahip olan bir kadınla hiç
tanışmamıştı.
Lillian Bowman, bileğine asılı boncuk işlemeli çantasından katlı bir
kâğıt çıkardı ve ona doğru yaklaştı. Kâğıdı ona verirken, “Parfüm için
bir formül var,” dedi, “ama içerik olarak kullanılacakların
miktarlarından emin değilim. Bunu benim için hazırlar mısınız?”
Nettle kâğıdı açıp listeyi okurken gri kaşları hafifçe titredi.
“Alışılmadık bir karışım ama çok ilginç. Sanırım güzel bir sonucu
olacak.” Büyük bir ilgiyle kıza bakıyordu. “Bayan Bowman bu formülü
nereden edindiğinizi sorabilir miyim?”
“Aklıma geldi.” İçten bir gülümseme kızın yüzünü aydınlattı. “Hangi
kokuların benim simyama daha etkili olacağını düşünmeye çalıştım. Ama
dediğim gibi, içerik olarak kullanılacakların miktarlarından emin
değilim.”
Nettle şüphelendiğini gizlemek için bakışlarını indirdi ve fonnülü
bir kez daha okudu. Normal bir müşteri, genelde ondan gül ya da lavanta
kokularının baskın olduğu bir parfüm hazırlamasını isterdi fakat daha
önce kimse ona bunun gibi bir liste vermemişti. Daha da ilginç olanı,
koku seçimlerinin alışılmadık ama uyumlu olmasıydı. Kim bilir, belki de
kızın böyle özel eşleştirmeleri yapabilmesi sadece bir tesadüftü.
Nettle kızın kabiliyetlerinin sınırlarını merak ederek. “Bayan Bowman
size parfümlerimden bazılarını göstermeme izin verir misiniz?” diye
sordu.
Lillian neşeyle, “Elbette,” diye cevapladı. Nettle parlak sıvıyla
dolu küçük kristal bir şişeyi çıkardığında, genç kiz hevesle tezgâha
yanaştı. Yaşlı adam temiz bır mendile birkaç damla parfüm damlatırken,
“Ne yapıyorsunuz?” diye sordu Lillian.
Nettle ona mendili uzatıp, “Bir parfüm asla doğrudan şişesinden
koklanmamalı.” diye açıklamaya başladı. “İlk adım olarak alkolün uçup
gitmesi için onu havalandırmalısınız ancak o zaman asıl koku alınabilir.
Bayan Bowman, bu parfümde hangi kokuların olduğunu söyler misiniz?”
Hazırlanmış bir parfümün içeriğini ayırt edebilmek en tecrübeli
parfümcüler için bile büyük bir çaba gerektirirdi. Öyle ki bunun için
dakikalarca, hatta saatlerce parfüm defalarca koklanmalıydı.
Lillian mendildeki kokuyu içine çekmek için başını eğdi ve kendinden
emin bir şekilde konuşmaya başladı. “Portakal çiçeği… turunç esansı…
akamber ve… yosun?” Duraksadı, şaşkınlıkla parlayan kadifemsi kahverengi
gözlerini vurgularcasına kirpiklerini kırpıştırdı. “Parfümde yosun mu
var?”
Nettle allak bullak olmuş, öylece ona bakıyordu. Sıradan bir insanın
karmaşık bir kokunun içindekileri fark etme kabiliyeti sınırlıdır. Belki
gül, limon veya nane gibi baskın, belirli kokuları alabilir ama özel
bir kokunun katmanlarını seçebilmek çoğu insanın kabiliyetini aşardı.
Nettle kendini toplayarak kızın sorusuna belli belirsiz gülümsedi.
Çoğunlukla, kokularına derinlik ve benzersizlik katması için
parfümlerine özel kokular karıştırırdı fakat daha önce kimse bunlardan
birini bile tahmin edememişti. “Hisleriniz oldukça hayret verici ve çok
şaşırtıcı. İşte, şunu da bir deneyin.” Temiz bir mendil daha çıkarıp
başka bir parfümden birkaç damla döktü.
Lillian aynı mucizevî rahatlıkla konuşmaya başladı; “Bergamot…
sümbülteber… tütsü…” Tereddüt etti ve yeniden koklayarak ciğerlerini
zengin aromatik parfümle doldurdu. Dudaklarında muzip bir gülümseme
belirdi. “Ve biraz da kahve.”
“Kahve mi?” dedi kız kardeşi Daisy ve başını mendilin üzerine eğdi. “Bunda kahve kokusu yok.”
Lillian soran gözlerle Nettle’a baktı ve adam da onun tahminini
onaylarcasına gülümsedi. “Evet, kahve.” Hayranlıkla başını iki yana
salladı. “Çok yeteneklisiniz Bayan Bowman.”
Lillian omuz silkti. “Korkarım koca ararken pek de işe yaramayan bir
yetenek. Böyle kullanışsız bir yeteneğe sahip olmak da benim şansım. İyi
bir sesim ya da muhteşem bir güzelliğim olsaydı daha çok işime yarardı.
Annemin de dediği gibi, nesneleri koklamayı sevmek bir hanımefendi için
pek de hoş değil.”
“Benim mağazam için geçerli değil,” diye cevap verdi Nettle.
İnsanların bir müzede gördükleri tablo hakkında tartışması gibi onlar
da kokuları tartıştılar; yağmurlu birkaç günün ardından ormanın tatlı,
tazeleyici kokularını, denizin iyotlu esintisini, yer mantarının yoğun
küf kokusunu dile getirdiler. Bu konuşmaya olan ilgisini hemen kaybeden
Daisy ise makyaj malzemelerinin olduğu rafları dolaştı ve bir pudra
kavanozunu açtığında hapşırdı, sonra da bir pastil kutusu seçip
gürültülü bir şekilde çiğneyerek mağazada gezinmeye devam etti.
Sohbet devam ederken Nettle, kızların babasının New York’ta koku ve
sabun imal ettiği bir işletmesi olduğunu öğrendi. Lillian arada sırada
fabrikanın laboratuarını ziyaret ederek koku ve hazırlanışı ile ilgili
temel bilgileri öğrenmişti. Hatta Bowman sabunlarından bir tanesi için
koku geliştirmede yardımcı olmuştu. Eğitimi yoktu ama Nettle’a göre
kızın bir dâhi olduğu aşikârdı ancak kızın bu yeteneği, cinsiyeti
sebebiyle sonsuza dek gelişemeyecekti.
“Bayan Bowman size göstermek istediğim bir esans var. Ben mağazanın
arka tarafına gideceğim, burada beni biraz bekleyebilir misiniz?”
Lillian’ın meraklanmıştı, başını evet anlamında salladı ve Nettle
depoya giden perdeli bir koridorun arkasında gözden kaybolurken
dirseklerini tezgâha dayayıp beklemeye koyuldu. Nettle’ın girdiği oda,
formül dosyaları, damıtma, esans ve boya dolaplarıyla, huni, şişeler ve
ölçüm bardaklarının bulunduğu raflarla, yani üretimi için gerekli olan
malzemelerle doluydu. En üst rafta, parfüm sanatı üzerine Fransızca ve
Yunanca yazılmış birkaç deri kaplı kitap vardı. İyi bir parfümcü, biraz
simyacı, biraz sanatçı ve biraz da sihirbaz olmalıydı.
Nettle tahta seyyar bir merdivene çıktı ve en üst raftan, çamdan
yapılmış küçük bir kutu alıp aşağıya indi. Mağazanın ön tarafına gelerek
kutuyu tezgâha bıraktı. Deri iple bağlanıp mumla mühürlenmiş olan
kutunun kapağını açıp küçük bir şişeyi çıkardığında, Bovvman kardeşlerin
her ikisi de gözlerini kocaman açmış onu izliyordu. İçi neredeyse yarı
renksiz sıvı ile dolu şişe, Nettle’ın bugüne kadar ürettiği en pahalı
parfümdü.
Şişenin tıpasını çıkarıp bir mendile değerli esansından bir damla
damlattı ve Lillian’a uzattı. İlk koklama hafif ve yumuşaktı, neredeyse
önemsenemeyecek kadar hafifti. Ama burun derinliklerinin yukarılarına
ilerlediğinde, şaşılacak derecede şehvetli bir kokuya dönüşüyordu ve ilk
koku geçtikten sonra geriye çok tatlı bir koku kalıyordu.
Lillian fark edilebilir bir merakla mendilin üzerinden ona bakıyordu. “Bu nedir?”
“Kokusunu sadece gece yayan ender bulunan bir orkide.” diye cevap
verdi Nettle. “Taç yaprakları bembeyazdır ve yaseminden bile daha
narindir. Çiçekleri ısıtmakla bu koku elde edilemez, çok
kırılgandırlar.”
“O zaman soğuk damıtma yapılıyor?” diye mırıldandı Lillian. Narin taç
yaprakların kokularını bırakana kadar yağ tabakalarında ıslatıldığı ve
saf esansı elde edebilmek için alkol çözücülerin kullanıldığı işlemden
bahsediyordu.
“Evet.”
Enfes esansı bir kez daha kokladı. “Bu orkidenin adı nedir?”
“Gece Leydisi.”
Daisy keyifle kıkırdadı. “Annemin bana yasakladığı romanlarından birinin adı gibi.”
“Sizin formülünüzdeki lavanta yerine, bu orkidenin kokusunu
kullanmayı öneriyorum.” dedi Nettle. “Belki maliyeti daha fazla ama
benim fikrime göre harika bir temel nota olacaktır, özellikle de
sabitleştirici olarak amber isterseniz.”
“Peki ne kadar pahalı?” diye sordu Lillian vc Nettle fiyatı
söyleyince gözleri kocaman açıldı. “Tanrım, bu altının değerinden de
fazla.”
Ncttlc küçük şişeyi ışığa tutarak çevirdi; sıvı adeta bir elmas gibi parlıyordu. “Korkarım sihir ucuz değil.”
Bakışları hipnotize olmuşçasına şişeyi takıp ederken Lillian gülümsedi ve, “Sihir,” diyerek dudak büktü.
Nettle ona gülümseyerek. “Bu parfüm sihrin gerçek olmasını
sağlayacak.” diye ısrar etti. “Aslında etkisini arttırmak için gizli bir
içerik de katacağım.”
Büyülenen ama pek de inanmayan Lillian, parfümü almaya gün içinde
daha sonra yeniden gelmek üzere Nettle ile sözleşti. Daisy’nin pastil
kutusunu ve alacağı parfümün parasını ödeyip kardeşiyle birlikte çıktı.
Daisy’nin yüzüne baktığında, kız kardeşinin her zaman canlı olan hayal
gücünün sihirli formüller ve çok gizli malzemelerle ilgili düşüncelerle
dolu olduğunu anladı.
“Lillian bu sihirli parfümden biraz kullanmama izin vereceksin, değil mi?”
“Her zaman vermiyor muyum?”
“Hayır.”
Lillian gülümsedi. Kız kardeşler birbirlerine rakip gibi
davranmalarına ve zaman zaman çekişmelerine rağmen, birbirlerinin en
güvenilir müttefikleri ve en yakın arkadaşlarıydılar. Çirkin sokak
köpeklerine, sinir bozucu çocuklara ve tamir edilmesi veya atılması
gereken eşyalara tapan Daisy haricinde, Lillian’ı bu hayatta sadece
birkaç kişi seviyordu.
Bu kadar samimi olmalarına rağmen çok da farklıydılar. Daisy
idealist, hayalperest ve bazen çocuk gibi muzip, zaman zaman da tilki
kadar kurnaz olan kararsız bir kişilikti. Lillian ise, dünya ile arasına
bir savunma duvarı çeken, sivri dilli, kural tanımaz ve yıkıcı bir
mizaha sahipti ancak kendi çevresindeki insan topluluğuna tamamen
sadıktı, özellikle de süs bitkilerine. Bu, geçen sezon balo ve
akşam partilerinde bir kenarda otururken tanıştığı kız grubunun
kendilerine koydukları isimdi. Lillian, Daisy, arkadaşları Annabelle
Peyton ve Evangeline Jenner birbirlerine koca bıılma konusunda yemin
etmişlerdi. Çabaları, iki ay önce Annabelle’in Bay Sitnon Huııt ile
yaptığı muhteşem evlilikle sonuç vermişti ve şimdi sırada Lillian vardı.
Fakat kimi bulacakları veya onu nasıl elde edecekleri hakkında planları
yoktu.
“Elbette parfümü denemene izin vereceğim.” dedi Lillian.
“Tanrı bilir karşılığında ne isteyeceksin.”
“Bana deliler gibi âşık olacak yakışıklı bir dük, elbette,” diye cevap verdi Daisy.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazan güzel ellerinize sağlık (:
ve Lütfen! Küfür içeren veyahut içeriğinde reklam olan yorumları yazmaktan sakınalım. Sormak istediğiniz sorular için bloğun sağ üst köşesinde bulunan İletişim kısmından her zaman mail atabilirsiniz. (: